4/28/2013

Çöpümüzü İsveç’e Satalım




2010'da ilk kez verilen Yeşil Avrupa Başkenti ödülü ile dünyanın en “yeşil” şehirlerinden biri olarak bilinen başkent Stockholm ve İsveç’in diğer birçok noktasında gerçekleşen sürdürülebilir uygulamalar, atık yönetimi, geri dönüşüm, ve yenilenebilir enerji gibi geleceği yönlendiren girişimlerin sınır tanımadan hangi boyutlara taşınabileceğini temsil ediyor!

İsveç sadece atık yönetimi değil, sürdürülebilirlik kavramının her yönü ile hayatın merkezinde yer aldığı, tamamı ile örnek alınacak bir ülke. Evsel atıkların sadece yüzde bir (1%)’inin toprağa gömüldüğü ülkede, atıkların yüzde ondört (14%)’ü biyolojik arıtmaya tabi tutuluyor, yüzde otuz altı (36%)’sı geri dönüştürülmek için ayrılıyor, yüzde kırk dokuz (49%)’u ise ısı elde etmek için gerekli işlemlerden geçiyor. Yani İsveç atıklarının nerdeyse tümünden yararlanmanın yollarını bulmuş!

Yeşil teknolojilerin hükümetin yatırımları ve halktan gelen talep ve girişimlerle desteklendiği İsveç’ten öğrenecek çok şeyimiz var! Bunların başında, yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji tasarrufu yöntemleri ile donatılan çevre dostu tasarımlar geliyor. Bu anlayış etrafında yoğunlaşan konut ve işyeri projeleri, binaların kendi enerjilerini üretebileceği imkanları da sunuyor. Proje kapsamında yerleştirilen güneş panellerinden, konutlardan çıkan atık suyun yeniden değerlendirilmesine kadar herşey düşünülmüş! Atıklardan elde edilen biyogazın yanında, kış aylarında merkezi bir ısıtma sistemi ile ısıtılan binalar, yazda ise denizden elde edilen su kullanılarak soğutuluyor.

Bu alanda örnek projelerden biri olan Hammarby Sjöstad, sadece birkaç yıl öncesine kadar sanayi bölgesi olarak kullanılan bir alanda, şimdilerde 30 binden fazla insana çevre dostu bir yaşam ve çalışma alanı sunuyor. Proje kapsamındaki binaların sera gazı salımını azaltmak için akla gelen her tür sistem kullanılmış! Binalar atık sudan elde edilen ısıyla ısıtılıyor; bölgede yaşayan herkes ya yürüyerek, ya da bisiklet veya sadece biyogaz, etanol ve biyodizel gibi yeşil yakıtlarla çalışan toplu taşıma araçlarını kullanarak işe gidip geliyor.

2030 yılına kadar ulaşım sektöründe tamamen yeşil yakıtlara geçmeyi hedefleyen başkent Stockholm bu yolda emin adımlarla yürürken, 2050’ye kadar fosil yakıtlardan tamamı ile arınmış bir şehir yaratma hedefini de elde edebilecek gibi görünüyor! Geçtiğimiz günlerde İsveç’in yaşadığı bir “problem”, bu alanda ne kadar önemli girişimlerde bulunduklarının kanıtı. Gerçekleşen sürdürülebilir projeler kapsamında enerji ihtiyacının önemli bir kısmını çöplerden elde eden ülkede çöp kalmadı!

Evet, yanlış duymadınız! Biz ülkemizde ne yapacağımızı bilmeden bir kenara attığımız çöplerle doğayı kirletmeye ve geleceğimizi yok etmeye devam ederken, halkının elektrik ve ısınma ihtiyacını karşılamak için yakıt olarak kullandığı çöplerin bitmesi ile ortada kalan İsveç, çöp arayışına çıktı. Komşu ülkelerden Norveç’in çöpünün bir kısmını vermeye sıcak bakması ile derin bir nefes alan İsveç, artık her yıl Norveç’ten satın aldığı 80 bin ton çöp ile halkını ısıtmaya devam edecek.

Bu senaryoda en şanslı çıkan taraf hem çöplerinden kurtulacak hem de bundan kazanç sağlayacak olan Norveç! İsveç’in ise esas “sorunu” ürettiği çöp miktarının, çöp dönüştürme tesislerinde ihtiyacı olandan daha az olması. Çünkü İsveç halkı, günlük hayattaki çöp miktarını mümkün oldukça azaltacak ve geri kalan çöpleri gerektiği gibi ayırarak devlete gereken desteği verecek bilince ve duyarlılığa sahip! Ülkede çıkan çöplerden sadece yüzde dört (4%)’ünün geri dönüşümü mümkün olmayan cinsten olması İsveçlilerin bu konudaki ciddiyetini kanıtlar cinsten.

150 milyon ton atığı ne yapacağını bilmediği için toprağa gömen Avrupa Birliği’nde İsveç benzeri yaklaşımlar benimseyen ülkelerin sayısının giderek artması bekleniyor. Bugün Almanya, Belçika ve Hollanda da atık ithal eden ülkeler arasında yer alıyor. Yıl boyu halkının elektrik ve ısınma ihtiyacını karşılamak için çöplerden yararlanan İsveç, Norveç’ten sonra İtalya ve Romanya gibi geri dönüşüm sistemleri oturmamış ülkelere yönelerek buralarda çöplerden zarar gören alan miktarının azalmasına katkı koymayı planlıyor.


Çise Ünlüer (28 Nisan 2013)
ciseunluer@gmail.com

4/18/2013

Yiyeceklerle Gelen Sağlık




Bugün sağlıklı olduğunu düşündüşünüz birçok gıdanın aslında vücudunuzda tahribata neden olabileceği hiç aklınıza geldi mi? Hatta yediklerinizle düşünce gücünüz arasında bir bağlantı olabileceği? Suçlu madde yüksek fruktoz içeren mısır şurubu! Bu alanda yapılan bir araştırma kapsamında, uzun süreli mısır şurubu içeren gıdalarla beslenen insanların beyin fonksiyonlarıda gerileme, yeni bilgi öğrenimi ve eski bilgileri hatırlamada ise yavaşlama tespit edildi. Bu bulgular ışığında Journal of Physiology dergisi, obezite ve diyabete de neden olan mısır şurubunun beyin tahribatına da sebebiyet verdiğini belirtti.

Peki mısır şurubu hangi ürünlerde bulunuyor? Bebek mamalarından gazlı içeceklere, meyve sularından salata soslarına, cipslerden ketçaplara, hatta hazır yulaf ezmelerine kadar uzanan mısır şurubunun yaygın bir kullanım alanı bulunuyor. İşin bir diğer kötü yanı mısır şuruplarına karışan civa! Bu durumda atılacak ilk adım mısır şurubundan uzak durmak ve mümkün oldukça organik ürünlere yönelmek. Çünkü sertifikalı organik ürünlerde mısır şurubu ve benzeri gıda katkıları bulunmuyor. Eğer organik ürünlere erişemiyorsanız, markette dolaşırken almak istediğiniz gıdaların etiketlerini okuyarak vücudunuza hangi maddelerin girip girmeyeceğini kendi kontrolünüz altına alabilirsiniz.

Mısır şurubu içeren gıdaların başında gelen abur cuburların moralinizi gerçekte nasıl etkilediğini düşündünüz mü? Televizyonda çeşitli nedenlerden dolayı canı sıkılan genç kocaman bir paket cipsin dibini bulana kadar yiyor, morali bozulan kız teselliyi büyük bir dondurma kasesinde arıyor. Oysa her kötü hissetiğimiz anda elimizin şekerle yüklü yiyecekler ve türlü abur cubura gitmesi aslında kendimizi iyi hissetmemize ne kadar yardımcı oluyor? Public Health Nutrition tarafından yayınlanan bir araştırma, fast food dahil olmak üzere tüm abur cubur yiyeceklerin üzüntüyü azaltmak yerine depresyonu tetiklediğini gösteriyor. Bunun en iyi kanıtı, sağlıklı beslenen insanların abur cuburu tercih edenlere göre depreseyona girme olasılıklarının çok daha düşük olması!

Gelin biraz da yiyeceklerin bize nasıl yardımcı olacağına değinelim. Yaşımız kaç olursa olsun, hepimiz ara sıra istenmeyen zorluklar yaratan unutkanlıklar yaşıyoruz. Unutkanlığın gittikçe daha kalıcı bir hal aldığını farkediyorsanız, hayatınızda birkaç değişiklik yapmanın zamanı gelmiş demektir. İşe yeme alışkanlıklarınızdan başlayacak olursanız hafızanızı geliştirmenize yardımcı olacak yiyecekleri bilmekte yarar var.

Bunların en başında somon, ton, uskumru, hamsi ve sardunyada gibi omega 3 zengini balık geliyor. Balıklar sadece hafızanızı güçlendirmekle kalmaz, depresyonla savaşmanıza yardımcı olur, ve kalp sağlığınız ve beyin hücrelerinizin gelişmesinde büyük rol oynar. Balık alırken dikkat etmeniz gereken esas nokta çiftlikten gelmemesi ve doğru şartlarda avlanılmış olması. E vitamini, folik asit, ve omega 3 açısından zengin kuruyemişleri de her gün biraz tüketerek zihinsel enerjinizi yüksek tutabilirsiniz. Tabii bir de ilerleyen yaştan ortaya çıkan hafıza kaybı var. Böyle durumlarda antokiyan ve kuersetin içeren yaban mersini, ahududu, elma ve siyah üzüm gibi meyvelere yönelebilirsiniz. Sebzelerden ise brokoli, lahana, karnıbahar, ve marul gibi yeşil yapraklı sebzelerin unutkanlığı önleyebilecek kapasitede vitaminlerle donatıldığını unutmayın!

Depresyon halinde elinizi uzattığınız çukulatalar arasından yapacağınız doğru seçimle kilo almayı bırakın fazla birkaç kilodan kurtulabileceğinizi biliyor muydunuz? Ama işin sırrı gerçekten “doğru” çukulatayı tüketmekte yatıyor. Markette görüp de diğerlerine göre daha acı olan tadından dolayı çoğu zaman yüz çevirdiğiniz siyah (bitter) çukulata, baskın lezzet ve içerdiği kokoa yağından kaynaklanan iştah kesici ve tok hissettirici özelliğinden dolayı kilo vermenize yardımcı olabilir. Nasıl mı?

Nutrition and Diabetes dergisinde yayınlanan bir araştırma kapsamında bir gurup katılımcıya siyah ve sütlü çikolata verilerek her saat başı açlık dereceleri monitör edildi. Çalışma boyunca siyah çikolata tüketenler sütlü çukulata yeyenlerden daha tok hissettiklerini ve tatlı şeylere ihtiyaç hissetmediklerini belirtti. Araştırmanın devamında katılımcılara aynı miktarda öğünler sunuldu ve öncesinde siyah çikolata yiyenlerin sütlü çikolata yiyenlerden yüzde onyedi (17%) daha az kalori aldığı belirlendi. Çünkü siyah çukulata yavaş sindirildiğinden sindirim sisteminde daha uzun süre kalıyor. İştah kesici özelliğinin yanında, siyah çukulata içerisinde, damarları kuvvetlendirerek kardiyovasküler sistemin korunmasında rol oynayan antioksidanlar ve endorfin salgılanmasını sağlayan phenylethylamine bileşiminin bulunduğunu unutmamak gerek.

Özetlemek gerekirse, yabanda avlanmış balıklar, keten tohumu, ceviz, ve serbest dolaşan tavukların yumurtaları gibi omega 3 açısından zengin gıdaları tüketmek yararlı, mısır şurubu ve benzeri katkı maddeleri ile donatılmış yiyecekler zararlı! Her durumda günlük şeker alımınızı mümkün oldukça azaltmakta yarar var. Bunun için şekerli ve katkılı tatlılardan uzak durabilir, yerine taze meyveleri yoğurdunuza karıştırarak tüketebilirsiniz.


Çise Ünlüer (21 Nisan 2013)

ciseunluer@gmail.com

4/13/2013

Çevrenin Dostu muyuz?




Geçenlerde internette karşıma çıkan Türkiye Sürdürülebilirlik Akademisi'nin geçtiğimiz yıl yaptığı bir anketin sounçlarını paylaşmak istiyorum. 15 yaşın üzerinde şehirlerde yaşayan 1500’e yakın insan üzerinde yapılan bu anket, tüketicilerin yüzde seksen altı (86%)’sının yeşil ve çevreci ürünleri tanımlayabilidğini, yüzde kırk dokuz (49%)'unun yeşil ve çevre dostu ürünleri geri dönüşümle özdeşleştirdiğini, ve yüzde yetmiş bir (71%)'inin satın aldığı ürünlerin çevre dostu olması gerektiğini düşündüğünü ortaya koydu.

Çalışmanın devamı daha da ilginç. Ankete katılan tüketicilerin yüzde ondokuz (19%)'u çevre dostu ürün satın alıyor, yüzde elli yedi (57%)'si yüksek fiyatlar nedeniyle çevre dostu ürün satın alamıyor, ve yüzde yirmi (20%)'si o ürünün çevre dostu olduğuna inanmıyor. Çevre dostu ürün satın alan yüzde ondokuz (19%)'luk küçük gruptan yüzde atmış yedi (67%)'si bu tercihini gıda ürünlerinde yapıyor. Toplamda tüketicilerin yarısı çevre dostu ürünlerin enerji tasarrufu sağlaması gerektiği konusunda hemfikir. Kişisel girişimlerde en çok vurgulanan alan ise bireylerin gerçekleştirdiği elektrik ve su tasarrufu girişimleri. Anket, tüketicilerin yüzde otuz dört (34%)’ünün çevre ile ilgili çalışmaların olumlu yönde ilerlediğine inandığını ve bu konuda devletten beklentileri olduğunu da gösteriyor.

İnsan istemeden bu anketin ülkemizde tekrarlaması durumunda çıkacak sonuçları merak ediyor. Tüketicilerin çevre dostu konulara bakış açısı ve bu konudaki girişimlerinden bahsetmişken, her gün düşünmeden çöpe attığımız malzemeler konusunda neler yapabileceğimize değinmek istiyorum. Günün sonunda farkında olarak veya olmayarak doğamızı kirleten bu atıkların çoğunu, en başından tamamı ile gereksiz olmalarına rağmen dikkatsizce kullanılan paketlemelerin oluşturduğunun farkında mısınız? Buna bir de nerdeyse hiç kullanılmadan çöpe giden malzemeler eklenince durum gerçekten korkutucu boyutlara ulaşıyor.

Bu sorunun çözümü, yine sorunun kaynağı olan bizlerde! Günlük hayattaki çöp miktarınızı azalmak için atılacak ilk adım evdeki malzemeleri tekrar tekrar kullanmanın yollarını düşünmek. Örneğin eve gelen zarflar, özel günlerinizde aldığınız hediyelerin sarıldığı kaplama kağıtları ve buna benzer birçok malzeme çok da yaratıcılık istemeden kolaylıkla birçok kez kullanılabilir. Bir de tek kullanımlık eşyalar var ki değinmeden geçemeyiz! Marketlerde ve bazı restoranlarda verilen plastik kaşık, çatal, bıçak gibi tek kullanımlık tüm eşyalardan uzak durabilir, bunları destekleyen kuruluşlarla görüşlerinizi paylabilirsiniz. Evde hazırladığınız yemeğin artan kısmını ihtiyacı olanlarla paylaşmayı deneyebilir, veya saklayacaksanız da plastik yerine cam kapları tercih edebilirsiniz.

Günlük hayattaki atık miktarınızı direk olarak etkileyen alışveriş alışkanlıklarınızı bir kere daha gözden geçirmekte yarar var. Alışverişe çıkmadan gerçekten ihtiyacınız olanların listesini hazırlamak daha sonra gereksiz miktarlarda satın almanızı engelleyebilir. Bir de yanınızda kendi çanta veya filelerinizi götürerek doğada çözünmesi çok uzun zaman alan plastik poşet kirliliğinin önüne geçebilirsiniz.

Son ne zaman bir elektroniğinizi gerçekten artık çalışmayacak noktaya gelene kadar kullandınız? Gereksiz tüketiciliğin nerdeyse moda olduğu günümüzde bu çukura düşmemek için sırf başkalarının ne düşündüğünü önemsemeden hareket edin. Özellikle hızlı ilerleyen teknolojiyi yakalama çabaları içinde, gayet iyi bir şekilde çalışır durumda olmasına rağmen kullanılmayan telefonlar koleksiyonunuza bir yenisini eklemeyin.

İyi bir düşünseniz, sahip olduğunuz çoğu şeye gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını sorgulayacağınıza eminim. Hangimizin eli ihtiyacı olmadığı halde indirimde gördüğü bir elbiseye uzanmadı? Ya da basit bir tamirden sonra eskisinden çok daha iyi çalışabilecek bir elektroniğe bir şans daha vermek yerine, raflarda ışıldayan, kutusunun üzerinde en son teknolojilerle donatılığı anlatılan yenisini alınca eskisini düşünmeden bir kenara atmadık mı? Oysa ninelerimiz kaçan çoraplarını bile düzeltirp tekrar tekrar giyer, evde bozulan herşeyi tamir etmenin, edemezse de bozulan şeyden başka kullanım alanları yaratmanın yolunu muhakkak bulurdu.

Bugün tüm elektronikleriniz, kıyafetleriniz ve hatta diş fırçanız dahil olmak üzere sahip olduğunuz herşeyi kutulara koyup kaldırsanız, ve ihtiyacınız olduğu zaman tek tek çıkarmaya başlasanız eminim aylar sonra o kutuların yarısından fazlasına bir kere bile dokunmamış olacaksınız. Bunu denemeyecek olsanız bile bir düşünün...


Çise Ünlüer (14 Nisan 2013)
ciseunluer@gmail.com

Havayı Temizleyen Mucizevi Bitkiler




Her ne kadar mis gibi temiz havaya kolayca ulaşabileceğimiz bir adada yaşıyor olsak da, ev ve iş derken günümüzün çoğu kapalı alanlarda geçiyor. Bu alanlarda gün boyu soluduğumuz havanın aslında düşündüğümüzden çok daha zararlı kimyasallarla dolu olduğunu biliyor muydunuz?

Gelin ev veya iş yerinizi ele alalım. Bu mekanlardaki havanın ne kadar temiz olduğunun ilk göstergesi bulundukları cadde ve sokaklardaki ağaç ve yeşil bitki miktarı, etraftan geçen araçlardan çıkan egzoz, yakınlardaki alanlardan çıkan zehirli dumanlar, ve bina içerisinde kullanılan malzemelerin içerdiği kimyasallar. Dışardan içeriye doğru hareket edecek olursak, mekanda kullanılan kimyasal temizlik malzemeleri, sigara dumanı, nem, küf, kokulu mumlar ve benzeri yapay maddeler içeren ürünler, evcil hayvanlar, ve ısınma ve soğutma sistemleri mekan içerisindeki havanın kalitesini etkileyen faktörlerin başında geliyor. Bunların yanında ev içerisindeki hareketlerimizin de soluduğumuz havayı ve dolayısı ile sağlığımızı yakından etkilediğini bilmekte yarar var. Örneğin, kapağını kapatmadan sifonu çekmek, tuvalet içerisindeki bakteri ve virüslerin metrelerce yayılmasına ve dış fırçalarımız da dahil olmak üzere tüm hijyen malzemelerimizin kirlenmesine neden oluyor.

Eğer kapalı alanlarda geçirdiğiniz süre boyunca soluduğunuz havayı önemsiyorsanız, NASA’nın bu konuda yaptığı bir araştırmanın sonuçlarının ilginizi çekeceğini düşünüyorum. İki yıl süren bu çalışma sonunda NASA, ev ve ofislerimizde rahatlıkla yetiştirebileceğimiz bitkilerden, havadaki toksinlerin yüzde seksen yedi (87%)’sini 24 saat içerisinde temizleyebilenleri belirledi.

Bitkilerden bahsetmeden, yaşadığımız ortamlardaki zararlı toksinleri biraz da olsa tanımakta yarar var. Bunların başında günlük hayatta sıklıkla kullandığımız yağ, boya, oje, mürekkep, plastik, mobilya cilası, deterjan, tutkal, sigara tütünü ve benzinde yüksek miktarlada bulunan Benzen geliyor. Benzenin neden olduğu sağlık sorunları ise saymakla bitmez. Özellikle kromozom bozuklukları, kansızlık ve kemik iliği rahatsızlıklarına, kan kanserine, cilt rahatsızlıklarına, baş ağrısı, halsizlik, bulantı ve çarpıntıya, gözde katarakta, ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olduğu biliyor.

Sağlığımızı yakından ilgilendiren ikinci madde nerdeyse her gün temas ettiğimiz Formaldehit. Özellikle ofislerde kullanılan sıkıştırılmış ağaçtan yapılmış mobilyalar, kağıt havlu, peçete paket kağıtları, yer döşeme ve halıların alt yüzeylerindeki yapışkan, ısınma ve yemek pişirmede kullanılan doğal gaz, sigara dumanı, ve hatta sıklıkla kullandığımız şampuanlarda bile bulunan bu maddenin yan etkileri de Benzen kadar korkutucu. Bunların başında göz, burun ve boğazda mukozayı zedelemesi, ciltte alerji ve baş ağrısına neden olması, ve astım ve kanser yapıcı etkileri geliyor.

Gelelim kuru temizleme, baskı mürekkepleri, boyalar, saç spreyleri ve tutkallarda bol miktarda kullanılan Trikloroetilen (TCE)’ye. TCE de yukarda bahsettiğimiz toksinler gibi farklı kanser türlerine neden olması ile biliniyor. Tabii bir de doğalgaz, gazyağı, benzin, tüp gazı, kömür ve odun gibi yapısında “karbon” bulunan yakıtların yanması veya tam olarak yanmaması sonucunda oluşan dumanda yer alan zehirli bir gaz olan  Karbonmonoksit var. Bu gazın en tehlikeli yanlarından biri tatsız, renksiz, ve kokusuz olmasından kaynaklanan “sessiz katil” özelliği. Zehirlenme durumunda kendisini yorgunluk hissi, nezle hali, şiddetli baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı, göğüs ağrısı, çarpıntı, uyuşukluk ve uyuklama gibi belirtilerle gösteren Karbonmonoksit’in her sene birçok can aldığını bilmeyen yoktur.

Bugün nerdeyse tüm ev ve iş yerlerindeki bitkiler dekorasyon amaçlı kullanılıyor. Oysa birkaç saksıya ekilecek sağlığa yararlı birbirinden farklı özellikleri mevcut doğru bitkileri bilmek çok daha akıllıca bir fikir. Her ne kadar da bu bahsettiğimiz gazlardan yüzde yüz korumasalar da, ekildikleri ortamlarda yüzde seksen yedi (87%)’ye kadar temizlik sağlayan bitkileri kim tanımak istemez! Üstelik bu en iyi hava temizleyici bitkilerin bazılarının ülkemizde de yetiştirilebilmesi mümkün ise! Gelin yakından bakalım...

Yaşadığınız alandaki havanızı etkili bir şekilde temizleyecek olan bu bitkileri listeleyecek olursak: Şeytan sarmaşığı (Epipremnum aureum), kurdele çiçeği (Chlorophytum comosum), güve orkidesi (Phalaenopsis), pembe ağaç minesi (Lantana camara), devetabanı (Philodendron), Afrika menekşesi (Saintpaulia ionantha), yılbaşı kaktüsü (Schlumbergera), kasımpatı (Chrysanthemum), barış/yelken çiçeği (Spathiphyllum), Çin herdemyeşili (Aglaonema), paşa kılıcı (Sansevieria Laurentii), Benjamin (Ficus benjamina).

Yukarıdaki listeden erişebileceğiniz bitkilere nasıl bakacağınızı internetten ya da işinin uzmanı bir çiçekçiden öğrenebilir, bulunduğunuz ortamlara uygun bir şekilde saksılar içerisinde yerleştirerek her gün nefes aldığınız toksinlerden kurtulabilirsiniz! Bir de unutulmaması gereken, bağışıklık sistemi çökertici radyasyon kirliliği var. Ev ve iş yerlerinizde bulunan TV, bilgisayar, mikrodalga fırınlar ve diğer tüm elektronik eşyaların yaydığı radyasyonun zararlarını azaltmak için bu odalara yerleştirilecek Himalaya tuzu lambaları öneriliyor.

Sağlığımız için bu kadar önemli olan bu bitkileri kullandığınız süre boyunca yapraklarını birkaç ayda bir silerek temizlemek ve evinizde geçirdikleri tüm süreç boyunca onların da birer canlı olduğunu unutmayarak yarattıkları mucizelere yakından tanık olabilirsiniz!


Çise Ünlüer (7 Nisan 2013)
ciseunluer@gmail.com

4/04/2013

Yeşilden Doğan Umut




En güzel icatlar, yeterli fırsatların olmadığı, insanların zorluklarla yüz yüze geldiği durumlarda ortaya çıkar. Bunlardan biri, Malawi'de elektriği olmayan küçük bir köyde yaşayan William Kamkwamba’nın köylülerinin hayatını kolaylaştırmak için attığı adım.

Ondört yaşındaki William, bir kitapta gördüğü rüzgar gülü resminden yola çıkarak, başka bir insanın bunu yapabildiğine göre kendisinin de denemek için iyi bir nedeni olduğuna inanır. Normalde de radyo ve benzeri elektrikli aletlerin nasıl çalıştığına ilgi duyduğu için zamanla etrafta bu aletlerden bozulanları kendi tamir etmeye başlar.  Yokluk içinde olmasına rağmen, en yakın kütüphanede bulduğu rüzgar türbinlerini anlatan kitapları tek tek inceler, ve öğrendikleri ışığında çalışmalara başlar.

Ancak bulunduğu ortamdaki yokluğun verdiği kısıtlamalar yüzünden rüzgar gülünün yapımı için ihtiyaç duyduğu tüm malzemeleri bir çırpıda bulması imkansızdır. Buna getirdiği bir çözüm köydeki eski bisiklet parçaları ve su borularını bir araya getirerek gereken sistemi elineki malzemelere uydurmak olur. Sonunda arkadaşlarının da yardımı ile küçük William, elektriği olmayan köyü için gayet iyi çalışarak elektrik üreten küçük bir rüzgar gülü hazırlar.

William’ın bu başarısının kısa zamanda tüm dünyaya yayılması, Dünya Ekonomik Forumu da dahil olmak üzere birçok önemli ortamda söz alması ve hikayesini yaymasına fırsat yaratır. Bugün 24 yaşında olan William’ın yaşadıklarını kendi anlatımından ögrenmek isterseniz internette rahatlıkla bulabileceğiniz video ve kitabı “The Boy Who Harnessed the Wind: Creating Currents of Electricity and Hope”a ulaşabilirsiniz.

Tarım, şu anda yeryüzünde insan salımı sera gazlarının yaklaşık üçte birini oluşturduğundan büyük önem taşıyor. Küresel ısınmaya yönelik yapılan yeni bir araştırma, gelecek nesillerin yeterli beslenebilmesi için tarım ve gıda tüketiminde dünya çapında “iklime duyarlı” değişiklikler yapılması gerektiğini gösteriyor. Peki “iklime duyarlı” tarım ne anlama geliyor?

Bu yolda üreticilere düşen görev, sürdürülebilir tarım alanlarına yönelmeleri ve bu alanlarda katı atık ve sera gazı salımlarının azaltılması için çaba göstermeleri. Dünyanın farklı noktalarından yerli halkların kendi girişimleri ile başardıkları yeşil girişimleri anlatan hikayeleri duymak mümkün. Geçtiğimiz yıl Manisa’nın Köprübaşı ilçesine bağlı Sargaç Köyü’nde de benzer bir girişim göze çarpmıştı. Köyde hazırlanan ve “Damlayan Güneş” adı verilen proje sayesinde tarım yapılan alanlarda üretim verimliliğinin artırılması hedefleniyor. Gelin Damlayan Güneş’i daha yakından tanıyalım...

Önce köydeki su iki ayrı noktada toplanıyor. Kurulan 42 adet güneş paneli iki farklı motoru çalıştırıyor. Toplanan su ve üretilen enerji kapasitesi köydeki çilek tarlalarını sulayacak kapasitede olduğundan, kurulan sistem sayesinde tarımsal sulamada artan verimlilik ve şebekeden bağımsız gerçekleşen elektrik üretimi genel maliyetlerin düşmesine neden oldu. Maliyetlerin düşmesi ile çileğin yanında zeytin ve farklı meyve ağaçlarının da sulanması hedefleniyor.

Damlayan Güneş projesinin şu anki maliyeti 110 bin lira. Tarımsal sulamada kullanılan elektriğin maliyetinin zamanla sıfıra inmesi hem köyde ekonomik canlılık sağlayacak hem de üreticiler açısından büyük avantaj olacak! Bu fırsatla önceden ekim yapılamayan araziler de tarıma açılabilecek ve meyvecilik amaçlı olarak kullanılabilecek. Sonuç? Önceden seracılık ve benzeri işlerde çalışmak için etraftaki büyük şehirlere yönelen gençlerin köylerine geri dönebilmesi. Hatta civar köylerden de gençler tarım alanında çalışmak için talep gösteriyor.

Normalde çoğu köyde yaşanan göç olayının sonunun gelmesini sağlayan proje, tarımsal arazilerde ücretsiz su ve elektrik kullanımı imkanı sunarak seracılık için farklı yerleri tercih edebilecek olan köylülerin yeniden evlerine dönmesini mümkün kıldı. Yani bir nevi ters göç yaşandı Sargaç Köyü’nde.


Çise Ünlüer (31 Mart 2013)
ciseunluer@gmail.com

 
YEŞİLE DÖNÜŞ | ÇİSE ÜNLÜER | GREEN IT