2/28/2014

O Brokoli Bitecek! (mi)?



Bugün market raflarını “süsleyen” birbirinden renkli yiyeceklerin her birinin içinde ne olduğunu anlamak için yanımızda büyüteçle gezerek, ve sürekli gıda paketlerinin üzerindeki “içindekiler” kısımlarını okuyarak anlamadığımız her ürünün sağlığımız üzerindeki etkilerini tek tek internetten araştırmak gerekiyor. Ve farklı sorumluluklarla dolu, zaten yoğun geçen hayatlarımıza yeni bir sorumluluk eklemek üzerimizdeki yükü gereğinden fazla arttırıyor.

Paketlenmiş, uzun ömürlü gıdalardan uzak durmanın en basit yolu, “içindekiler” kısmını okumaya gerek bırakmayan taze yiyeceklere yönelmek. Çocuklarınızın da siz zorlamadan meyve ve sebzeleri tercih etmelerini, yanlız kaldıklarında da seçimlerini sağlıklı gıdalardan yana yapmalarını mümkün kılmak düşündüğünüzden çok daha basit! Bu alanda yapılan araştırmalar, çocukların birbirinden yararlı meyve ve sebzelere yönelmesini kolaylaştıracak pratik çözümler sunuyor.

Çocukların çevrelerindeki büyükleri örnek alarak öğrendiklerini hepimiz biliyoruz. Bu durumda önünüzde koca bir paket yağlı patates cipsi dururken çocuğunuza tabağındaki brokolileri bitirmesi için ısrar etmeniz pek işe yaramaz. Çocukların sürekli etrafındakileri kopyaladıklarını unutmadan, çocuğunuzda görmek isteyeceğiniz alışkanlıkları önce kendiniz sahiplenerek işe başlayabilirsiniz.

Konu ne olursa olsun, çocuklar yaratıcı oyunları sever. Önündeki brokoli tabağının mucizevi bir şekilde kolay bitmesi, hayal gücünüzü ve yaratacılığınızı konuşturacağınız küçük bir oyuna bağlı olabilir. Çocuğunuzu brokolileri yiyerek düşmanları yok edecek güçte bir dinazor olduğuna inandırmanız hem sizin işinizi kolaylaştıracak, hem de yemek yeme aktivitelerini çocuğunuz için de çok daha eğlenceli hale getirecek. Konu brokoli olsa bile!

Konu oyunlardan açılmışken, hazırlayacağınız yemeğin planlama veya hazırlama aşamalarına çocuklarınızı da dahil ederek yaratıkkları “eseri” daha kolay tükettiklerine şahit olabilirsiniz. Market alışverişlerinizde çocuklarınızı da yanınıza alarak ürün seçiminde onlara da seçme hakkı verin. Daha sonra yemeğin hazırlanışında yardım edebilecekleri bir alan belirleyerek bu sürece katılmalarını sağlayın. Vereceğiniz iş ister basit bir salata karıştırma, ister meyveleri küçük parçalar halinde kesme olsun, çocuğunuz size yardım ederken zevk alacak, zevk alarak hazırladığı yemekleri daha sonra sizin ısrar etmenize hiç gerek kalmadan tüketecek.

Hayatınız her ne kadar yoğun olursa olsun, günün sonunda ailenizle sağlıklı bir akşam yemeği tüketmek istiyorsanız önceden plan yapmanız gerekebilir. İlk adım olarak bütün bir hafta yerine sadece bir-iki günün yemeğini planlamakla başlayabilirsiniz. Mutfağınızı kepekli tahıllar, baklagiller, ve çeşitli sebze ve meyvelerle doldurarak ve bu ürünlerle hazırlayabileceğiniz birkaç basit tarif belirleyerek hazırlığın çoğunu tamamlayabilirsiniz. Aklınızdaki yemek ne olursa olsun, yanında bir salata hazırlamayı kendinize kural edinerek sağlıklı beslenme yolunda sağlam bir adım atabilirsiniz.

Çocukların her 3-4 saatte bir yemek yediğini veya atıştırdığını düşünecek olursak, bunları önceden planlayarak çok daha sağlıklı seçimler yaptıklarından emin olabilirsiniz. Örneğin, okul kantinlerindeki birbirinden yapay boya ve şekerlerle dolu sahte gıdalar yerine, önceden hazırlayıp çantasına koyacağınız kesilmiş taze meyve ve sebzeleri tüketmesini sağlayabilirsiniz. Birkaç hafta evvel, evde nasıl hazırlanacağını anlattığımız ev yapımı yoğurda biraz bal katarak hem kendiniz hem çocuğunuz için harika bir ara öğün yaratabilirsiniz. Ya da en basiti, taze fındık, badem, ve cevizden küçük bir karışım hazırlayarak çocuğunuza yanında götürmesi için verebilirsiniz.

Bugüne kadar ne kadar sağlıklı oldukları konusunda çok düşünmeden farklı gıdalar tüketmeye alışmış çocuğunuzun aniden tamamı ile değişmesini bekleyemezsiniz. Yetişkinler için bile gayet zor olan değişimin çocuklar için bir o kadar daha zor olduğunu unutmadan, her pozitif adımı ödüllendirmeye çalışın! Bu şekilde, sağlıklı yiyecekler içeren gıda seçimlerinin olumlu tecrübelere dönüşmesini sağlayacak ve zamanla gelişimine sadece pozitif katkısı olan yiyeceklere yönelmesini mümkün kılacaksınız.

Çocuklar ve yetişkinler dünyayı farklı gözlerle görür. Bu nedenle farklı değerlere sahip olurlar. Örneğin, çocuklar sağlıklı beslenme kavramını hiçbir zaman yetişkinler kadar önemsemez, ciddiye almaz. Bu nedenle çocuklarınızın önemsediği bir konuya ilişki kurarak sağlıklı beslenmenin önemini vurgulayabilirsiniz. Nerdeyse her çocuk daha hızlı büyümek, etrafındakilerden çok daha güçlü olmak ister. Çocuğunuza sunduğunuz sebze ve meyvelerin sağlıklı oldukları için tüketmesi gerektiğini söylemek yerine, onu daha “güçlü” kılacağını, başka bir değişle “büyük adam” olmasını sağlayacağını anlatırsanız, o brokolilerin gözünüzün önünde yok olacağını göreceksiniz!

Yetişkinler gibi küçük çocuklar da farklı renklerin bir araya gelmesinden hoşlanır. Ne şanslıyız ki doğa bize birbirinden güzel renklerle süslenmiş yiyecekler sunuyor! Farklı renklerden oluşan sebze ve meyveleri bir araya getirerek çocuğunuzun beğeneceği bir yemek hazırlayabilirsiniz. Çocukların farklı renkleri ayrı ayrı denemeyi hoşlandığını unutmadan her ürünü tabakta ayrı duracak şekilde ayarlayabilir, çocuğunuzun tüm tatlardan tek tek zevk almasını sağlayabilirsiniz. Hazırladığınız yemekleri çocuğunuzun beğeneceği şekillerde tabağına yerleştirerek de ilgisini çekebilirsiniz. Örneğin sebzelerli tabakta gülen bir yüz haline getirmek olumlu bir yemek tecrübesi için güzel bir adım.

Beğenmediği ürünleri bitirmesi için çocuğunuzu zorlamanın olumsuz bir yemek tecrübesi yaracağını ve onu bu gıdalardan daha da uzaklaştıracağını bilmekte yarar var. Her ne da kadar sağlıklı gıdalarla beslenmesini istiyorsanız, bu süreç boyunca çocuklarınıza karşı ancak sabırlı ve anlayışlı davranarak sonuca varabilirsiniz. Bazı sebzeleri siz bile tüketmekte zorlanırken çocuğunuzun bu ürünleri kolayca tercih etmesini bekleyemezsiniz. Kendi başına çok tadı olmayan salatalık, kereviz, ve havuç gibi sebzeler evde hazırlanmış güzel bir humus, domates salçası, veya yoğurda batırılarak çok daha güzel bir tat elde edilebilir.

Alışkanlıklar küçük yaşlarda oluşmaya başladığından çocuklarınızın doğru gıdaları tercih etmeleri için gereken adımları en erken zamanda atmakta yarar var. Çocuğunuzun sebze ve meyveleri sadece tüketmesi yeterli değil – yediklerini sevmesi ve yemek tecrübesinden zevk alması da çok önemli! Bu şekilde hem kendi işinizi kolaylaştırır, hem de sağlıklı beslenmenin çocuklarınızda kalıcı bir alışkanlığa dönüşmesini sağlayabilirsiniz.


Çise Ünlüer (2 Mart 2014)

ciseunluer@gmail.com

2/19/2014

Çöpten Yaşam Felsefesi: Freeganizm



Dünyanın farklı noktalarında çöp karıştırarark yiyecek arayan bir grup insan olduğunu biliyor muydunuz? İlk akla gelen, başka bir fırsatı olmadığı için bu yönteme başvuran insanlar olabilir, ancak konumuz bu değil. Konumuz, gittikçe artan tüketim çılgınlığına tepki göstermek ve kapitalist döngüyü kırmak için çöpte buldukları taze yiyecekler ve kullanılabilir durumdaki eşyalara yeni hayat veren “freegan”lar.

Yeryüzündeki kaynakların kullanımı için rekabet etmek yerine paylaşmayı öneren freeganizm kültürü, mevcut ekonomik sistemde bir köle olarak hem kendimize hem çevremize verdiğimiz zararı azaltmak için tüketimden vazgeçmeyi hedefleyen bir stratejiden yola çıkıyor. İngilzcedeki “özgür” ve “bedava” anlamına gelen “free” ve “hayvansal  gıdaları tüketmeyen” yaklaşımı anlatan “vegan” kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan freeganizm hareketinin nasıl başladığını anlamak için çok da geçmişe gitmeye gerek yok. 1990’lı yıllarda dünyada başgöstermeye başlayan materyalizm ve kontrolsüz tüketim çılgınlığına tepki olarak gelişen akım, hayatlarını mümkün oldukça yeni ürünler satın almadan devam ettiren bir grubu içeriyor.

Bu anlayışa göre, taze olmasına rağmen çöpe atılan yiyecekler, halen giyilebilir durumda olan kıyafetler ve benzeri eşyalar atıldıkları yerlerden freeganizm anlayışını benimseyen insanlar tarafından çıkarılarak yeni hayat buluyor. Freeganlar gerekmeden yapılan tüketime ve israfa, ve dünyada açlıkla savaşan binlerce insan varken insanların, büyük süpermarketler, ve restoranların savurganlığına karşı. İnsaların bu konudaki duyarsızlıklarını bir nebze düzeltmek için sorumluluk alarak çöplere dalan bu grup, bazı kaynaklar tarafından İngizce’de “dumster diver” olarak geçen “çöpe dalanlar” olarak da anılıyor.

Başlangiç noktası ABD olan bu hareket kapsamında, gereksiz tüketimin engellenmesinin yanında çevre temizliği de gereken ilgiyi görüyor. Zamanla İngiltere, İsveç, Brezilya, Estonya, ve Güney Kore’den başlayarak dünyanın dört bir yanına yayılmaya devam eden freeganizmin en aktif olduğu şehirlerden biri New York. Yaşadıkları şehirlerde bulunan süpermarket ve restoranların “atık” olarak çöpe bıraktığı ürünler; düğünler, şirket toplantıları, ve mezuniyet törenleri gibi büyük organizasyonlardan sonra çöpe giden fazla gıdalar freeganların gıda ihtiyacını karşılıyor. Özellikle New York ve Londra gibi büyük şehirlerde hiç kullanılmadan etiketleri ile çöpe atılan ürünler, israfı önlemeye ve tüketimin çevre üzerindeki etkilerini azaltmaya çalışan freegan grubunun büyümesine yardımcı oluyor.

Freeganizm, hem geridönüşüm hem de gereksiz yere çöpe giden malzemelerin yeni kullanım bulması veya paylaşılmasına değinen “atıkların asgariye indirilmesi ve geri kazanımı”; otostopçuluk, bisiklet ve ortak araç kullanımını anlatan “çevre dostu ulaşım”; terkedilen binaların yaşanılabilir alanlara çevrilmesini mümkün kılan “ücretsiz barınma”; ve birçok tarım ilacına maruz kalan ürünler yerine küçük bahçelerde yetiştirilen organik gıdaları öneren “yeşile dönüş” ilkeleri etrafında yoğunlaşıyor. Freeganizm felsefesinde çöp diye birşey yok, yani hiçbir şey atık olarak değerlendirilmiyor. Bu girişimle ilgilenen insanların tamir yeteneklerini geliştirmek için kurslar düzenleyen freeganlar, bulundukları şehirlerdeki kullanılmayan boş binaları yaşam alanlarına dönüştürme konusunda gayet yetenekli. Hal böyle olunca ulaşımlarını da hem insan sağlığı için yararlı hem de çevre için zararsız olan bisikletle karşılamalarına şaşmamak gerek. Tabii bunu gerçekleştirmek için de eskiyen veya bozulduğu düşünüldüğü için çöpe atılan bisikletleri tamir etmekle işe başlıyorlar.

Bu noktaya kadar okumaya devam etmişseniz, nasıl freegan olunduğunu da merak etme ihtimaliniz yüksek. Aslında çok da büyük zahmetler gerektirmeyen girişimin parçası olmak için ne vegan olmanıza ne de yiyeceğinizi çöpten çıkarmanıza gerek yok. İhtyacınız olan sadece biraz çevre duyarlılığı. Özellikle insan nüfusunun yoğun olarak bulunduğu büyük şehirlerde, çalışır durumda elektroniklerden etiketleri çıkarılmamış giyeceklere ve paketleri hiç açılmamış yiyeceklere ev önlerinde veya çöplerde rastlamak mümkün. Eğer bu bir opsiyon değilse, para karşılığı olmak yerine değiş tokuş içeren marketler, ikince el ürünlerin düşük ücretlere satıldığı pazarlar, ve internet üzerinden kullanılmayan eşyaların ihtiyacı olanlara ulaşmasını sağlayan freecyle ve benzeri platformlara yönelmek bu yolda atılacak adımların başında geliyor.

Bugün evinizde yer kaplayan, çeşitli nedenlerden dolayı kullanmadığınız ürünleri ihtiyacı olacakların kullanımına sunmak için girişimlerle başlayabilirsiniz. Çünkü sizin ihtiyaç duymadığınız bir ürün başkasının hayatını değiştirebilir. Mutfağınızdaki eskiyen gıdalar bile gübreye dönüştürülerek bitkilerinize yaşam verebilir! Genel olarak tüm tüketim alışkanlıklarınızı gözden geçirip gerekliliklerini sorgulamak ve mümkün oldukça ikinci el ürünlere yönelmek, çevreye verdiğiniz zararı azaltma yolunda büyük yol kat etmenizi sağlayacaktır.

Çünkü hepimiz biliyoruz ki gerçek mutluluk alışverişte veya gerekmediği halde ısrarla devam ettirdiğimiz fazla tüketimde değil! Elimizde bulunan kısıtlı vaktimizi tüketerek dünyaya zarar vermek yerine sevdiklerimizle geçirmeye yönelerek sadece kendimizi mutlu etmekle kalmaz, etrafımıza da yaydığımız olumlu enerji ile daha büyük bir değişimi mümkün kılabiliriz.


Çise Ünlüer (16 Şubat 2014)

ciseunluer@gmail.com

2/01/2014

Monsanto’nun Yalanları



Geçtiğimiz yıl Fransa’daki Caen Üniversitesi’nde yapılan ve Uluslararası “Food and Chemical Toxicology” dergisinde yayınlanan, GDO’ların canlı sağlığı üzerindeki etkilerinin, bugüne kadar yapılan tüm kısa vadeli testlerden çok daha ciddi boyutlarda olduğunu gösteren araştırmanın sonuçlarından bahsetmiştik. Tüm dünyada büyük yankı uyandıran araştırma sonuçlarını tek cümlede özetlemek gerekirse: araştırma kapsamında GDO’lu mısırla bselenen klinik farelerinde çoklu organ büyümeleri, tümör ve kanser!

Etkilerini anlamak için bugüne kadar hep üç ay gibi kısa süreli klinik testlerinden geçirildikten sonra onay verilen GDO'ların zararlarının bu şekilde anlaşılamayacağı uzun süredir tartışılıyordu. Çünkü son yapılan araştırmalara göre, dünyada GDO’lu tohum pazarının yüzde doksan (90%)’ını elinde tutan Amerikan şirketi Monsanto'nun ürettiği NK603 adıyla piyasaya sürülen genetiği değiştirilmiş mısır çeşidinin verildiği farelerde, 13. aydan itibarem tümör, kanser, ve organ büyümeleri gibi etkiler gayet net bir şekilde görülüyor. Yani GDO’ların gerçek etkisini anlamak için 3 ay gibi bir süre yeterli değil.

Bu noktada reklamlar ve pazarlama tekniklerinden arınmış ürünlerin gerçek yüzünü görebilmek gerekiyor. İnsan sağlığını hiçe sayarak kazanç sağlayan Monsanto’nun insanları kandırmak için hazırladığı reklamlarda geçen, bu canavar şirketin tek derdinin çevreyi korumak olduğu izlenimini veren satırlar şöyle: “Aynı büyüklükteki bir alanda daha fazla ürün yetiştirebilsek, bir damla yağmur suyundan daha fazla su elde edebilsek, çevreye önem gösterirken doğal kaynakları koruyabilsek...”!

Dünyanın hızla artan nüfusunun yiyecek talebini karşılamak için geliştirildiği öne sürülen ve 21. yüzyılda yaygınlaşması beklenen GDO’lu yiyeceklerin en iddialılarından biri, henüz test edilmemiş olduğundan belirsizliğini koruyan insan sağlığı üzerindeki olası korkutucu etkilerinden dolayı halk arasında “frankenfish” olarak geçen, ve genetiği oynanmış ilk hayvan olarak tarihte yerini alan somon balığı. Amerika’da ticari ismi ile “AquAdvantage salmon” olarak bilinen GDO’lu somon, normal okyanus somonundan en az iki kat daha hızlı büyüyor ve bu süreç boyunca yiyeceğine katılan hormonların da yardımı ile boyut olarak okyanustaki kardeşlerinden kat kat büyük bir hal alıyor. 1996 yılından beri geliştirilen ve 2010 yılında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA tarafından onaylanan GDO’lu somonun, yakın tarihte marketlerde yerini alması bekleniyor.

GDO’lu tohumları hayatımıza sokan Monsanto’nun yakın geçmişine bakacak olursak, şirketin karanlık yüzünü ve kirli geçmişini gayet net bir şekilde görebiliriz. 1901 yılında Amerika’nın Missouri eyaletinde kurulan, 1940’lara kadar Amerika’nın en büyük plastik üreticisi pozisyonunu alan Monsanto, daha sonra güvenilirliği tartışılan ve kullanımı yasaklanan DDT (dichlorodiphenyltrichloroethane) gibi böcek ilaçları; çevresel faktörlere dayanılıklarından dolayı elektrik kabloları, hidrolik sistemler ve yapıştırıcılarda kullanılan ancak daha sonra yüksek oranda toksik olduğu anlaşılınca kullanımı yasaklanan Poliklorlu Bifenil (Polychlorinated biphenyls, PCB); içerisinde ölümcül bir toksin madde olan dioxin’i bulunduran, Amerikan ordusu tarafından Vietnam’da kullanılan ve sonucunda binlerce kişinin ölümüne, binlerce bebegin de kusurlu doğmasına neden olan kuvvetli bitki öldürücü “portokal gazı”, İngilizce ismiyle Agent Orange gibi zehirleri hayatlarımıza sokan ve neden olduğu korkunç tahribattan ders almayan bir canavar!

Yukarda saydığımız ürünler en iyi bilinen örneklerden sadece birkaçı. Sadece birkaç yıl önce bu birbirinden ölümcül kimyasalların güvenilirliğini savunarak milyonlarca insanın hayatının sonlanmasında büyük rol oynayan aynı Monsanto canavarı, şimdi karşımıza geçmiş, sofralarımıza kadar girmeye, ürettiği zehirli tohumların güvenli olduğu yalanı ile bize ne yiyeceğimizi söylemeye çalışıyor! Tüm bunlar yetmezmiş gibi, şirketin kendisini “Sürdürülebilir bir tarım şirketi” olarak pazarlamasında büyük rol oynayan, tarımcılıkta getirdiği “yeniliklerle” hayatlarımızı nasıl “iyileştirdiğini” iddia eden resmi bir internet sayfası var ki, elimizin altında başka bir kaynak olmasa, nerdeyse Monsanto’nun dünyayı kurtarmak için kendini feda ettiğine inanacağız!

Kısaca özetlemek gerekirse, Monsanto sadece ve sadece yatırımcılarına daha fazla para kazandırmak için var olan, ve bu yolda, insan sağlığı dahil olmak üzere, önünde hiçbir engel tanımaycak bir şirket! Bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalar doğrultusunda, GDO’ların tarım ve hayvancılıkta kullanımı gerçekten almaya değmeyen büyük bir risk! Günümüzde yeterli araştırma yapılmadan market raflarında yerini alan GDO’lu ürünlerin en az 10-20 sene daha iyice araştırılıp, uzun vadede insan sağlığı üzerindeki potansiyel etkilerin netleştirilmesi gerekiyor. Ve bunlar gerçekleşirken, GDO’lu yemle beslenen hayvanlardan elde edilen süt, peynir, yumurta, ve etler dahil olmak üzere tüm GDO’lu yiyeceklerin GDO içerdiklerini belirtecek şekilde etiketlenmeleri tüketici olarak en büyük hakkımız!


Çise Ünlüer (2 Şubat 2014)
ciseunluer@gmail.com

 
YEŞİLE DÖNÜŞ | ÇİSE ÜNLÜER | GREEN IT